Avrupa çelik sanayisi uzun süredir fırtınalı bir denizde yol alıyor. Ancak son dalga, bu kez kıtanın en köklü sanayi devlerinden birini ciddi biçimde sarstı. ThyssenKrupp’un Almanya ve Fransa’daki elektrik çeliği tesislerinde üretimi geçici olarak durdurma kararı, yalnızca bir şirketin bilançosuna yazılacak teknik bir tedbir değil; Avrupa sanayisinin içine düştüğü açmazın açık bir fotoğrafı.
Euro Bölgesi’nin Sanayi Refleksleri Zayıflıyor
Elektrik çeliği, kulağa teknik bir detay gibi gelebilir ama modern dünyanın omurgasında yer alır. Trafolardan enerji iletim hatlarına, rüzgâr türbinlerinden elektrikli araçlara kadar pek çok stratejik alanda vazgeçilmezdir. Böylesine kritik bir üründe üretim kesintisine gitmek, “piyasa geçici olarak sıkıştı” demekten çok daha fazlasını anlatır. Bu karar, Avrupa’nın sanayi reflekslerinin ne kadar zayıfladığını gözler önüne seriyor.
Asıl mesele, Avrupa pazarını giderek boğan ithalat baskısı. Uzak coğrafyalardan, özellikle Asya’dan gelen düşük fiyatlı ürünler, Avrupalı üreticilerin maliyet yapısıyla baş edemeyeceği bir rekabet yaratıyor. Enerji maliyetleri yüksek, çevre standartları ağır, işçilik pahalı… Tüm bu yüklerin altındaki Avrupa çeliği, fiyat rekabetinde nefes almakta zorlanıyor. ThyssenKrupp’un geçici kapatma kararı da bu sıkışmışlığın kaçınılmaz bir sonucu olarak karşımıza çıkıyor.
Bu noktada sorulması gereken soru şu: Avrupa gerçekten sanayisini korumak istiyor mu, yoksa bu süreci seyretmeyi mi tercih ediyor? Yeşil dönüşüm, karbon ayak izi, sürdürülebilirlik hedefleri kâğıt üzerinde son derece iddialı. Ancak bu hedefleri hayata geçirecek sanayi altyapısı ayakta kalamazsa, tüm bu söylemler havada kalıyor. Elektrik çeliği gibi stratejik bir ürünün üretiminde bile alarm çanları çalıyorsa, mesele birkaç fabrikanın kapanmasından ibaret değildir.
Türk Çelik Sektörü, Bu Süreci İyi Okumalı
Bu tablo, Türkiye açısından da dikkatle okunmalı Avrupa’da yaşananlar, “bize bir şey olmaz” rahatlığıyla izlenecek gelişmeler değil. Aksine, Türk çelik sektörü için önemli dersler barındırıyor. Öncelikle, tek bir pazara aşırı bağımlılığın ne kadar riskli olduğu bir kez daha görülüyor. Avrupa daraldığında ya da korumacı reflekslerini sertleştirdiğinde, alternatif pazarları olmayan üreticiler hızla köşeye sıkışıyor.
İkinci önemli ders maliyet ve verimlilik başlığında yatıyor. Küresel rekabet artık sadece kapasiteyle değil, teknolojiyle, enerji verimliliğiyle ve hızla ölçülüyor. Ayakta kalanlar, daha az enerjiyle daha kaliteli ürünü üretebilenler olacak. Bu da yatırım, Ar-Ge ve dijitalleşmeden kaçış olmadığını net biçimde ortaya koyuyor.
Serbest Ticaret mi? Sanayiyi Korumak mı?
Bir diğer kritik nokta ise ticaret politikaları. Avrupa bugün ithalat baskısından şikâyet ediyor ama geçmişte benzer dalgaları yönetecek refleksleri zamanında göstermedi. Türkiye de benzer bir tabloyla karşılaşmamak için ticaret savunma mekanizmalarını doğru ve zamanında kullanmak zorunda. Serbest ticaret ile sanayiyi koruma arasındaki denge, artık romantik değil; hayati bir konu.
Son olarak, ürün stratejisi meselesi var. Katma değeri düşük, her yerde üretilebilen ürünlerle uzun vadede ayakta kalmak zor. Elektrik çeliği örneği, stratejik ve uzmanlık gerektiren alanlara odaklanmanın ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Enerji dönüşümünün merkezinde yer alan ürünlerde söz sahibi olan ülkeler, geleceği de şekillendirecek.
ThyssenKrupp’un yaşadığı sarsıntı, Avrupa için bir uyarı zili… Duymak isteyenler için ise oldukça yüksek sesle çalıyor. Türkiye açısından bakıldığında bu gelişme, hem bir risk hem de bir fırsat. Doğru okunduğu takdirde, bu “Avrupa depremi” bize kendi sanayi fay hatlarımızı daha iyi görme imkânı sunuyor. Görüp önlem alanlar ayakta kalacak; görmezden gelenler ise bir sonraki manşetin konusu olmaya aday.














































